Dünyada ve özellikle Türkiye’de otoriter yönetimlerin muhalif liderlere yönelik tutuklama ve serbest bırakma dalgası, demokrasinin temel kurumlarını sarsmaya devam ediyor.
Son dönemde Türkiye’de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun Mart 2025’te tutuklanması, binlerce protestocunun gözaltına alınması ve muhalefet partisi CHP’nin üst düzey yöneticilerinin hedef alınması, ülkeyi tam otoriter bir rejime doğru iten kritik bir dönüm noktası olarak görüldü. Benzer baskı taktikleri, Rusya’dan Belarus’a, El Salvador’dan Nikaragua’ya uzanan bir yelpazede gözlemlenirken, uluslararası uzmanlar bu eğilimi “rekabetçi otoriterlik” olarak tanımladı.
Yani seçimlerin var olduğu ancak iktidarın devlet araçlarını muhalefeti ezmek için kullandığı bir sistem.
Türkiye’de durum, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 22 yılı aşkın iktidarı altında giderek derinleşen bir otoriterleşme sürecinin parçası olduğunu uzmanlar değerlendirdi.
İmamoğlu’nun 19 Mart 2025’te yolsuzluk ve terör bağlantısı iddialarıyla gözaltına alınması, İstanbul Üniversitesi’nin 30 yıllık usulsüzlük gerekçesiyle diplomanın iptal edilmesinden bir gün sonra gerçekleşti. Bu hamle, İmamoğlu’nun 2028 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan’a karşı en güçlü rakip olarak anketlerde önde olması nedeniyle “siyasi bir darbe” olarak nitelendirildi.
Tutuklamanın ardından ülke genelinde patlak veren protestolar, Gezi Parkı eylemlerinden bu yana en büyük kitlesel hareketi tetikledi.
Yüz binlerce kişi sokaklara dökülürken, yetkililer 1.900’den fazla kişiyi gözaltına aldı ve medya kuruluşlarına yayın yasağı getirdi.
CHP’NİN 2024 YEREL SEÇİMLERİNDEKİ TARİHİ ZAFERİ
81 ilin 35’inde belediye başkanlığı kazanması ve bu baskıyı tetikleyen faktörlerden biri olarak öne çıkıyor; zira yarısı tutuklanan veya soruşturulan CHP’li belediye başkanları, muhalefetin yerel yönetimlerdeki gücünü simgeliyordu.
Siyaset bilimcileri bu gelişmeleri “otoriter bir rejimin tam konsolidasyonu” olarak değerlendirdi.
Freedom House’un 2025 raporunda da vurgulandığı üzere, İmamoğlu’nun tutuklanması, yargı bağımsızlığını yok eden ve medyayı kontrol altına alan bir dizi hamlenin zirvesi. Raporda, Türkiye’nin basın özgürlüğü endeksinde 180 ülke arasında 158. sırada yer aldığı ve muhalif seslerin %90’ının devlet etkisi altında olduğu belirtildi.
Benzer şekilde, Carnegie Endowment for International Peace’ten uzmanlar, Erdoğan’ın jeopolitik kaldıraçlarını örneğin NATO üyeliği ve AB ile göç anlaşması – kullanarak Batı’dan gelen eleştirileri minimize ettiğini belirtti.
Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in “derin endişe” ifadesine rağmen, AB’nin somut yaptırımlar uygulamaktan kaçınması, bu stratejiyi doğruladı. Bu süreç, muhalif liderlerin serbest bırakılma dinamiklerini de etkiledi.
Türkiye’de İmamoğlu gibi figürlerin tutuklanması, uluslararası baskı ve iç protestolarla kısmen yumuşatılabildi.
Örneğin, 2024’te bazı CHP’li belediye başkanları protestolar sonrası şartlı tahliye edildi. Ancak genel eğilim, tutuklamaların uzun süreli ve tekrar eden bir baskı aracı olarak kullanılması.
Freedom House uzmanı Yudith Kahn, bu taktikleri “kısmi serbest bırakmalarla muhalefeti oyalama” olarak tanımlıyor; zira tahliyeler genellikle yeni soruşturmalarla takip edildi.
Brookings Enstitüsü’nden Aslı Aydıntaşbaş ise, İmamoğlu’nun tutuklanmasının “demokrasinin son kalıntılarını yok etme girişimi” olduğunu söylüyor ve genç neslin – özellikle üniversite öğrencilerinin – protestolarda öncü rol oynamasının, rejimin geleceğini tehdit edebileceğini ekledi. Küresel bağlamda, Türkiye’deki bu dalga, otoriter yönetimlerin muhalif liderlere yönelik benzer stratejilerini yansıttı.
Rusya’da Başkan Vladimir Putin, muhalif lider Aleksey Navalny’nin zehirlenmesi ve hapsedilmesinden sonra, 2025’te de binlerce protestocuyu tutuklattı. Navalny’nin ölümüyle sonuçlanan süreç, rejimin “dış tehdit” söylemini pekiştirdi. Belarus’ta Aleksandr Lukaşenko, 2020 seçim protestoları sonrası muhalif liderleri örneğin Sviatlana Tsikhanouskaya’yı – sürgüne zorladı ve ailesini rehin aldı; 2025’te benzer tutuklamalar, AB yaptırımlarına rağmen devam etti.
El Salvador’da Nayib Bukele, 2025’te muhalif aktivistleri “çete bağlantısı” iddialarıyla kitlesel tutuklamalara tabi tuttu. Freedom House’a göre, 70 binden fazla kişi bu şekilde hapsedildi, ancak bazıları uluslararası baskıyla serbest bırakıldı. Nikaragua’da Daniel Ortega, 2021’de yedi muhalif başkan adayını tutuklattı ve 2025’te de muhalefet partilerini feshetti. Amnesty International, bu tutuklamaların “siyasi intikam” olduğunu raporladı.Stanford Üniversitesi’nden Levitsky ve Way gibi uzmanlar, bu vakaları “rekabetçi otoriterlik” modeliyle açıkladı.
Seçimler var ama yargı, medya ve güvenlik güçleri iktidarın elinde. V-Dem Enstitüsü’nün 2025 raporunda, dünya genelinde 42 ülkenin “otokratlaşma” sürecinde olduğu ve bu sayının 2002’den beri üçe katlandığı belirtildi. Ancak umut verici örneklerinin olduğu vurgulandı.
Polonya’da 2023 seçimlerinde muhalefetin zaferi, Orbán benzeri baskılara karşı direnişi gösterdi. Senegal’de 2024’te Bassirou Diomaye Faye’nin seçilmesi, gençlerin protestolarıyla otoriter eğilimi tersine çevirdi.
Türkiye’de de CHP lideri Özgür Özel, tutuklamalara karşı “boykot ve uluslararası ittifak” çağrısı yaparak direnişi sürdürdü.
Uzmanlar, bu küresel dalganın arkasında ekonomik krizler, jeopolitik gerilimler ve sosyal medya manipülasyonu olduğunu vurguladı.